Bu sefer alıntıyı yazmakla uğraşmayacağım isteyenler İnsanca Pek İnsanca veya Niçe’nin ölümünden sonra yayınlanan fragmanlarına bakabilir. Bugünün konusu Ümit. Hayatına devam edebilen herkes, yarın daha iyi olacak veya bir noktada her şey yoluna girecek inancıyla yaşamakta. Bu kandırmayı kendinize yapmanız laf edebileceğim bir olgu değil. Yarının daha iyi olacağına inanmasak neden yaşardık ki, sevdiğiniz herkesin öleceği yarına, yalnızlıktan kelimeleri unutacağınız yarına kim uyanmak isterdi ki? Burda bir Pandora Kutusu anlatısı ile çıkıp geliyor Niçe, bunu ben bu yazıda Aydınlanma ve Promete ile açıklayacağım. Bize ‘Hayat’ı getiren nefret dolu Promete, insana yardım etmek dışında her şeyi yapmış olan Promete, Titan olmasını kenara koyamayan Promete. Ateş olmadan önce yarın belirli miydi? Avda hatta gece mağaranda ölüp ölmeyeceğin belirli değildi. BU düşündüğünüzün aksine bir anksiyete kaynağı değildi. Anksiyete yarının daha iyi olacağına dair anlayışın bu içgüdü ile çatışmasıdır. Ki genellikle kişisel hayatında dinsanlar detaylar üzerinden bir anksiyete krizine girerler. Oturduğum bina veya bu medeniyet çöker mi sorusu her zihni meşgul eden bir soru değil.

Promete’ye dönersek eğer,Promete Titanlar için Zevs’ten intikam almaya çalışan bir mahluktan öte değildir. Zevs’in Titanlara yaptığını insanların Tanrılara yapması için uğraşan o mahluk. İlk başta Tanrılarla beraberdik. Ondan sonra belirli günlerde onlarla dans edebilir, cima eyleyebilir veya ziyafet çekebilir olduk. Sonrasında zamandan ve mekandan soyutladık. Şimdi de kendilerimizden Tanrı olarak bahsediyoruz. İlk kez kesin bir fikre sahip olmadan yazıya döktüğüm bir konu. Ümit duymalı mı yoksa tamamen bırakmalı mı? Ümit gerçekten acı sonun gelişini mi yavaşlatıyor sadece yoksa başka bir amaca da hizmet ediyor mu? Her şeyi bir başkası için yapıyoruz. Bu noktada kendimi açmam gerekiyor ki gerçeği aktarabilmiş olayım. Öteki kişi diye bir kavram bulunmakta. Bu öteki bizi acı dolu uykumuzdan kurtarıp hayatın eğlenceli sularına sokacak. Biz kötü olduğumuzda bizi düşünecek. İnsan ne kadar kopmaya da çalışsa anne ve babası ile oluşturduğu simbiyotik ilişkiden, özellikle anne, hiçbir zaman soyutlanamaz. Bu isteğin nesnesi hatta öznesi bile değişime açıktır ama ilişkinin biçimi ve türü insan yaşadığı sürece var olmak zorunda.

Bu simbiyotik ilişkinin farkına varmak ümit duvarında ilk gediği açıyor ve temel sorular sorulmaya başlanıyor. Bu kişiyi bulabilecek miyim? Önceki yazılarda bahsettiğim sorunlu toplumsal anlatılarıdan biri ruh eşi kavramı. Böyle biri olmak zorunda değil, kimse siz acının doruklarındayken gelip sizi kurtarmayacak. O dorukta hep yalnız olduğunuzu bilmeniz gerekiyor. En Hatalı İstek’te anlattığım gibi, insanın başka bir insanla yetişkinlik çağında derin bağlantılara girmesi imkansız. Defans mekanizmaları ve karakter çoktan katı bir yapıya bürünmüş oluyor, bu dda değişimi imkansız kılıyor. Ümit duymuyorsak pekala yaşamayı bırakmamız gerekmiyor mu? Yarın daha kötü olacaksa ben bu dünyada neden kalayım ki, neden bu insanlarla iletişim içinde olayım ki? Kişisel gelişim zırvasının açıklaması biraz dda burda yatıyor, yanlış bir önerme üzerine kendini geliştirmeye çalışıyorsun.

Peki ne yapmalı? Eve dönünce bizi karşılayan, iyiliğimizi düşünen birinin olmayacağı gerçeğiyle nasıl barışmalıyız? Bununla barışabilir miyiz hatta? Aşkın tek taraflılığına bir sonraki yazıda değineceğim, bu nedenle şimdilik bu aşk ve anlaşılma isteğiniz çok yerinde istekler. Ümit denen kavramı veya duyguyu başkasına veya dışarı bahşetmek asıl sorunlu olan olgu. İşte tam burda çok tehlikeli bir konuma giriyoruz. Her şeyi dış dünyadan soyutlamak çok solipsist bir konuma sürüklüyor. Bu tehlikeyi aşmak için özne-nesne ayrımı ve üçüncü halin imkansızlığından kurtulmamız gerekiyor. Bu yazıda altından kalkamayacağım bir problem. Atasözleri ve deyimler yeniden yararlarını gösteriyor: Umut, fakirin ekmeğidir. Günü iyi olan zaten umutlanarak gününü geçirmez. Tanrılar yarının iyi olacağına bir inanç ve istek mi duyuyorlardı? Hayır, onların inançları kendilerineydi. Zevs kimseden bir beklenti içinde yaşamıyordu. Ümit, Promete’nin insanlara altın kutu içinde hediye ettiği bir bok parçasıydı. Umut ve anlattığım umut kavramını birbirlerinden ayırmamız gerekiyor.

Huylu umut demek mantıklı bir seçenecek görünüyor. Umudumuzu güncel organ ve mekanizmalardan ayırarak biçimi muhafaza ederek aşmamız gerekiyor. Bir Titanın bana hediye ettiğini kullanmaya benim insanlığım el vermiyor. Olimposluların kendine layık gördüğü bir olgu da yine insan olarak sahiplenebileceğim bir durum değil. Sizi kendi suretinde yaratmak veya yaşatmak isteyenden koşarak kaçın, ben insanım, sana noluyor da bana varlık biçimi tayin etmeye kalkışıyorsun? Ümidiniz insanlığa olsun, Tanrı’ya veya yarına değil. Birkaç yazımı okumuş olan tarzımı kavramıştır. Ben size en aşağıyı gösterip oradan alarak daha farklı durumların da varlığını göstermeye çalışıyorum, ama bu ümit ile mümkün olan bir olasılık değil. Ne kadar ümitli veya şevkli olursanız olun, nehire bir damla zehir onun yapısını bozmak için yeterli. Tüm su kaynaklarından bağımsız en fazla bir gölünüz olur. Durağan tatlı su kimin ne işine yarar? Taşımak istesen taşıyamazsın, kurusa yeniden hayata getiremezsin.

Zor. Onun gelmesi de, yarın istediğin şeyin olması da, zor. Ama insansın, annenin karnından çıktın ağlamayı durdurdun, kahpe insanoğlu buna da alışır, ümidim tavan.

Arda Ertuğ