Her yazıda kendi yazma tarzımı biraz açıklıyorum. ‘Felsefe’ gibi bir aktivitenin Formel mantıktan temel ayrımı burda yatıyor benim için. Ben okuyanı, okuduğu müddetçe bir duygulanıma sokmaya çalışıyorum. Çünkü hem fikir hem duygulanım olmadan hiçbir şey istendiği gibi oturmuyor. Şimdi gelelim en hatalı isteğe, önce birkaç alıntı paylaşacağım.

‘Die Forderung geliebt zu werden, ist die größte aller Anmassungen’ - [Sevilme isteği, hatalı isteklerin en büyüğüdür] - Nietzsche ve ‘The desire to be loved is the last illusion. Give it up and you will be free.’ - Margaret Atwood. Şimdi bu iki alıntının bakış açıları kesinlikle farklı ve Atwood’un feminist bir bakışı da olduğu için ondan bahsetme nedenim sadece böyle bir şeyin de söylendiğini göstermekti.

Niçe’nin sözüne gelirsek, insanda var olan bir sevilme içgüdüsünün varlığına işaret ediyor. Psikanaliz ne kadar okumuş olun olmayın, sevilme veya en azından kabul görme isteği insanda var olan bir olgu. Ergenlik ve sonrası dönemi ailede verilen sevgiyi yeniden bulma olarak yorumlayabilirsiniz. Anne memesine olan libidinal enerjinin ‘ensest’ olmayanlara aktarımı veya Freud’un dediği ensestle ‘anlaşma’ veya ‘kabullenme’ fikirlerini sevilme isteğinin bir görünümü olarak yorumlayabilirsiniz. Bunlara daha derin girmek istemiyorum.

Sevildiğiniz anda objeleşiyorsunuz, bir sabitlenme etkisi olmadan sevmek, ‘sevilmek’ pek mümkün değil. Sevilme isteğinin saçma olduğuyla ilgili benim iki çıkış noktam var: biri imkansızlık çıkışlı, biri olanaksızlık çıkışlı. Bunların farkı birinin realitede imkansızlığı, birinin ise fikirsel olarak imkansız olması. Önce daha fikirsel olan imkansızlık: sevmek dediğiniz eylem ne bilmiyorum. Bunu duygulanımla veya aksiyonlarla tanımlayabilirsiniz, nasıl seviyorsanız, bu tanım anlık olarak umrumda değil. Sevmenin fikirsel imkansızlığı insanın varlık kavrayşından kaynaklanıyor, birini ‘sevmenizin’ belli nedenleri olur, fakat bu hiçbir zaman gerçeklikle tam olarak örtüşmez. Kişi hiçbir zaman kendi bütünü olarak sevilemez. Bunu ailesi dahi yapamaz: gözümde hem bebeksin, hep küçüksün muhabbeti de buradan geliyor. İnsan büyüdükçe o kadar farklılaşıyor ki ailenin sevgisi geçmişte yatan bir imgeden ibaret kalıyor. ‘Aşk’ dediğimiz yalanda da bu böyle. Kısmî tanışıklıklıklarla başlayan ‘alevli’ bir duygusallık, şanslıysanız ya boktan bir mezarda sonlanıyor veya şanssızsanız iğrenç bir evlilikte. Aşkın iyi bir sonu olmaması da yine bu çıkıştaki anlamsızlıktan kaynaklanıyor. Hatayı kabullenmek yerine daha çok içine kapılıyoruz.

Daha büyük nokta ise realitedeki olanaksızlık. Çok seviyorum diyip bir hafta sonra yazmayı kesenleri, keşke beraber yaşasak diyip selamınızı bile almayanları çok görmüşsünüzdür. Örneklerle uzatmayacağım. Kimsenin aşk hayatı mutlu değil. Çünkü olmamalı böyle bir hayat, aşk denen olay insanlara yasaklanmalıydı. Yanınızdaki kişi size ne kadar yakın olursa olsun sizi bir beden olarak algılıyor. Bu beden siz misiniz, ne kadar iletişimdesiniz? Realitedeki imkansızlık tam olarak Zeus’un insasnları bölmesi hikayesinin bir sonucu. Bu diğer yarımız yok ama, var diyen çocuk yalanı satıyordur. Diğer yarımızı Tanrılar eğlenmek için Cehennemin dibinde mahpusa attı. Boş boş dönüp dolaşmamızı izleyerek eğlenmek için. Hayat arkadaşı lafını duyunca irkiliyorum artık. Hiçbir insan ilişkisi mutlu bitmez, sadece bazıları sonradan affederek mutlu bittiği ilüzyonuyla yaşarlar.

Sevilme isteği neden saçma? Niçe de aynı kadına defalarca evlilik teklif ederken biliyordu bu imkansızlığı ama onun kast ettiği başka bir olgu. Sevgi isteğiyle dolaşan bir insan bunun karşılanmadığı her an nefrete ve hınç batağına kapılır. Hayatı olumlama fikriyle hiç uyuşmayan bir olgu. Sevgiye inansa da sevilmenin imkansızlığını o da biliyordu. Kaç güzel hikaye biz sevmeyi bilmediğimiz için yaşanmayıp öylece kayıp gitti acaba? Sonu Werthere benzemeli en azından sevenin, bir sonu olmalı sevginin. Sevmenin güzelliği de orda, bir etkileme eylemi, sevilmek gibi edilgen mi hiç? İmkansıza zaten ulaşamıyorum neden etrafımı sevmeyeyim? Dünyanın sizi sevme gibi bir zorunluluğu yok. Hiç aşk yaşamaya da bilirsiniz, neden yaşayasınız ki?

Sevilme isteği bu saçma insan mitlerinden biri aslında, daha düşünmek isteyen bunların hepsini, mutluluk, başarı, umut prensiplerine de uygulayabilir. Toplumun temelinde yatan mitler Psükhemiz zarar görmesin diye oluşmuş anlatılar, ama farkında olmadan daha çok zarar veren anlatılar. Şimdi bir de Beyaz atlı Prens ve Prenses sendromları arttı Hollywood ile, umarım yandığını görürüz. Kimse sizi sevmiyor, sevmek zorunda değil, sevemez istese de. Bu gerçeklikle ne yapacağınız size bağlı, ya kırıntıları arayabilirsiniz bazı insanlarda, ya da bırakıp sadece sevmeyi deneyebilirsiniz.

Sevilmek imkansızsa sevmek imkansız değil ya, tamam sevilenin kendisini sevemiyorsunuz, ama napayım? Elimden daha iyisi gelmiyor dostlar.

Arda Ertuğ