Suçun Bireyselliği
Suçun ne kadar toplumsal olduğu birçok kere tartışılmış ve farklı siyasal düzenlerde farklı çözümler de denenmiştir. Temel fikrim yıllar önce The Dark Knight’ı izlerken oluşmuştu. Temel ele alacağımız konu İntikamcı ve Cezalandırıcı Adalet olacak. Küçük topluluklarda yaygın olan olgu bir çeşit cezalandırıcı adalet idi. Birisi bir şey yaptığında bu suç tüm topluma yamanmasa dahi, bir kimlik üzerine dayandırılırdı, örnek vermek gerekirse vaktinde bir suç işlendiğinde bu suçun tüm o aileye bir leke olarak atılması veya orta çağda bazı çocuk kaçırma gibi olayların Yahudilere atılması gibi. Lakin bir sosyolog veya antropolog olmadığım için bunun tarihsel incelemesinden ziyade güncel bir analizinde bulunacağım.
Suçu bireysel ele almanın temel sorunu suça götüren durumların hiçbir zaman bireysel olmamasından kaynaklanıyor. Tabii ki bunun da suçlara göre kategorileri bulunmakta, bunun temel yöntemini sunacağım sadece. Hırsızlık örneğinden gidersek bunu çözümlemenin, yöntemi anlamakta yardımcı olacağını düşünüyorum. İlk neden, yaşamsal fonksiyonlara dayandırılabilecek olan gerekçelendirme, bu durumda açlık/ölüme yaklaşan sınırlarda yaşamaktan kaynaklanan bir hırsızlık motivasyonu bulunmakta. İkinci olarak: ‘ben’sel olanı gerçekleştirme nedeni. Robin Hoodcu hırsızlık anlatısı bunun bir türü, başka bir noktada veya yazıda bunu daha iyi bir şekilde tanımlayacağım, şimdilik, kendini gerçekleştirme isteği gibi görebilirsiniz. Üçüncüsü ise toplumsal baskı veya istek sonuçlu motivasyon, statü isteği nedeniyle hırsızlık gibi gibi. İkinci ve üçüncü kategoriler size bağlantılı gelmiş olabilir fakat ayırmamız, düzgün bir analiz için gerekli. Bu ikisini ayırmamın nedeni, birey ne kadar toplumun ve ‘zeitgeist’ın bir ürünü de olsa, bilişsel farklılıklar ve herkesin etkilenme seviyesi farklılıklarından ötürü her insan farklı bir mahsul olarak ortaya çıkmasından kaynaklanıyor. Dileyen bu oluşum ve farklılık üstüne daha fazla okuyup çizebilir.
Şimdi, sıra asıl konumuzda, adaletin ve suçun bireyselleşmesi insanlık tarihi ile paralel ilerliyor. Bu noktada İslamiyetin akli melekeleri yerinde olmayan birini suçtan muaf tutması, din içinde de bir örnek olarak gösterilebilir. Burda girmek istediğim diğer paralel, suçun aksiyona dökülene kadar suç sayılmaması, bu çok ayrı bir konu olsa da okuyucunun düşünmesi için bir ara parantez girmek istedim. “Ehu ehu ehu tecavüz kanka” diyen adamla bunu gerçekliğe döken adamın farkı üzerine düşünün, ha ben söyleyeyim, lafta bırakan adamda, bunu yapacak güç ve göt yok. YILANIN BAŞI KÜÇÜKKEN EZİLİR. Kendi konumuza geri dönersek, sizce Gotham halkı ölmeyi hak etmiyor muydu? Ama onlar masum insanlardı, suçlulara karşı ne yapabilirlerdi ayağı çekmeyin, bal gibi örgütlü direniş gösterebilirlerdi, onun yerine pısırık olmayı seçerek ölmeyi hak ettiler, işte Batman, akıl hocasından burada ayrılıyor. Bir toplum, bazı suç işleyenler olduğu için neden ölmeyi hak etsin, ölmemek veya zarar görmemek içen susan adamın ne suçu var? Çok akıl yormanıza gerek yok. Göz yuman adamın suçu da o suçu işleyen kadardır. Çok uzaklara gitmeden bir örnek verelim, Subay Mehmet Fehmi Kubilay’ın öldürülmesi, bazılarınız Menemen Olayı olarak da biliyor olabilir. Bizim, cezalandırıcı ve intikamcı adalet anlayışımız, burda Ataturk’ün emrettiği ve yaşanan olarak sınıflandırılabilir. Askeri hizmetini öğretmen olarak yapan Kubilay’ın kafası kendini mehdi ilan eden bir hoca tarafından kesilir ve bir çubuk üzerinde Menemen Sokaklarında dolaştırılır. Bunu duyan Atatürk, emir olarak Menemen’in yakılmasının söylüyor, lakin bu uygulamaya konmuyor. Menemen halkı, Devletin bir görevlisi, toplum mühendisliğinin bir kolu olan öğretmenin ölümüne kayıtsız kalmıştır. Yani Cumhuriyet karşıtlarına veya yaşadıkları konjonktür içindeki kötülere göz yummuşlardır, bu ölümlerini gerektirmektedir, çünkü düzene ve iyiye bağlılıkları yoktur. Onlar sadece yaşadıkları düzene uyum sağlayan figüranlardır, Cumhuriyet’e bağlılıkları yoktur, kendilerine göre “yaşamaları” yeterlidir.
Bu durum, iyiliğe sahip çıkmayan insanlar için de geçerlidir, ki bunu ilk öne süren ben de değilim. 68 Almanya olaylarında, gençlerin hâlâ devam eden Nazilerin varlığından yakınmaları ve ‘Entnazifierung’un yeteri kadar ugulanmaması eleştirisi bunlardan biridir. Aşırı bireyleşme beraberinde bu kötülük körlüğünü getiriyor. YANINDA BİR SUÇ İŞLENİRKEN BUNA GÖZ YUMAN KİŞİ SUÇU İŞLEYENLE AYNI CEZAYI ALMALI. Bir mizantropun fikirlerini okuyor gibi hissetmiş olabilirsiniz ancak tam tersi dostlarım. Suçun bireyselleşmesi hepimize bir toplumda yaşadığımızı unutturdu. O uyuşturucu bir gün sizin evinize girebilir, bir seri katil bir gün sizi veya sevdiğinizi bulabilir veya bir orospu evladı birisinin kafasını kesebilir. Bu noktada “tanıdığınız” veya “eviniz” demeye bile utanıyorum. Çünkü aynı dili konuşuyor olmanız, aynı çevrede yaşıyor olmanız ve daha birçok benzer özellik bile birisine olan kötülüğe karşı çıkmak için yeterli nedenlerdir.
Suça göz yuman toplum itlaf edilmeli ki, çocuklar ne kadar kalleş, ne kadar korkak, ne kadar iğrenç, ne kadar bencil, ne kadar gaddar, ne kadar maddiyatçı insanlar olduklarımızı görüp utanmasınlar. Şekilsiz hâle gelmiş ve zarar görmüş demir, eritilip yeniden dökülmeden düzelemez. Cevabınızı çürük vicdanlarınıza bırakıyorum.
Arda Ertuğ