Anlaşıl veya anlaşılma, insanda her daim bir nefret duygusu hüküm sürüyor. Fakat bunun iletişimsel olan yönüne bakacağız bugün. “İntiharın İzdüşümü” ve” Ölüm İsteğinin Nedeni”nde bu konulara değinmiştim. Fakat orada intihar ile bağlantısına bakmıştım çünkü hayat biraz daha umrumdaydı. Şimdi aylak bir aşık olarak insan ilişkilerinde bakmak doğru göründü.

İnsanın “iyi” hissetmesi için dünyadaki o ve bilişsel arasında bir denge olmalı. İlkine izdüşüm ikincisine de kaynak diyeceğim izd. kaynak diyeyim, izdüşümsel kaynak olarak uzatmak yerine. İnsanın hayal kurabilme ve düşünebilme becerisinden mütevellit, dış dünya kaynaklarını yorumlayıp izdüşümsel kaynağa çeviriyoruz. Bu mekanizmaların incelemesini Aristo’dan bir önüne gelen denediği için şimdilik oraya girmeyecegim. Lakin buradaki sorun daha doğrusu benim sorun olarak gördüğüm durum soyut düşünebilme ve beceri gelişmişliğinde ortaya çıkıyor. Yok, ‘Zeki olup mutlu olan görmediğim’ gibi boş bir aforizma kasmayacağım, iğrenç ve hatalı bi yorum zaten.

Buradaki soyutluk, somut olayların ne kadar derinine inilebildiğinde yatıyor. Biri elma düşüşünü görüp kocaman bir kuram oluştururken kimisi elma yemekle yetiniyor bazıları da mükemmel bir sanat ortaya koyuyor. Asıl sorun bunu ortaya koyup koymamak da değil aslında, olay bunun kişiliği olan etkisinde yatıyor. Örnek, anlatmak istediğim olay için saçma oldu, onun yerine birbirini vuran Verlaine ve Rimbaud bu üzerinden gidelim.

Soyutladıkları duygular insanları o kadar ele geçiriyor ki bunun biriyle paylaşma isteğini durduramıyorlar. Fakat bu tarz insanların aşk hayatı genelde parlak olmaz, Ya ilişkilerinde kendileri gibi gibi davranmazlar veya sevilmediklerini hissedip triplere girerler. Bu noktada soyutu ne kadar kadar varlığa dökebildiği veya dökmemekle başa ne kadar çıkabildiği fark yaratıyor. Werther’i kurgulayan bu kadar romantik düşünebilen Göthe nasıl başka bir insanla bunu yaşasın? Yazılarım bir, iki sene daha düşünce akışı olacak, göz gezdirin sevdiğiniz yeri okursunuz.

Şimdi, bilinç veya beyin bununla başa çıkmalı, çok büyük bir yıkım çünkü. İzdüşüm ve izdüşümsel kaynak birbirinden çok farklı konularda, biri kafasında Patroklos için Hektor’u öldürürken biri neden hala sevilmediğini ve mesajlarının görülmediğini düşünüyor. Bu fırtına kolay kolay gitmez ama dinmezse izd. kaynak parçalanma riski taşımaya devam eder. Kişilik bozukluğu veya şizofreni bu biçimlerde ortaya çıkabilir; tabii eğer ilk bahsettiğim iki makaledeki gibi intihara sürüklemezse bu durum. İntihar hayatı ciddiye alanın işidir aslında, soyutta bu kadar kaybolan biri kalbini sökmeyi veya duygusal ölümü tercih eder.

Burada İlyada okurken ağlanmasının mekanizması ortaya çıkıyor aslında; izdüşüm, izd. kaynaktan gelen yoğunluğu yaşayamadığı için, izd. kaynak duygu boşalımını imgeselde yaşıyor. ‘Git toprağa bas’ buradaki en iyi psikolog tavsiyesi çünkü soyutla çok kopar giderseniz elinize toprak aldığınızda dahi Adem’i ellediğinizi sanırsınız. Tasavvufi konulara ilgi duyan insanların patolojisi yine burada yatıyor. Aşkı Tanrı’ya yükleyip bir nevi ‘kendini olumlama’ yaşıyorlar, ki genelde bu tarz insanlar kendini sevmez. Sevmediği için beni ve Tanrı’yı ayrı görmeyi bırakıp Tanrı’yı kendine akıtır ve ona olan sevgisi ona da akar, ne kadar sevdiği müphem tabii. Kaynak: Tanrı. Sevilen: Tanrı. Tasavvufçu da figüran olarak mutlu mesut yaşar ve ölür.

Soyutlamayın demek de içimden gelmiyor aşk her an gelişip değişen bir olgu, tarihselliği ile çok bilgim olmadığı için geçiyorum ama Aşil ve Patroklos hikayesi olmasaydı o aşkın kırıntıları bugün somutta da olmayacaktı. Sadece kendinizi hırpalamayın, ‘çok seven üzülür’ de demiyorum, aklınıza boktan kalıplar gelmesin. Ama çok sevgi genelde karşılık bulmaz, takıntıdan da bahsetmiyorum. Karşılaşan iki insanın denk aşk soyutluğunda olması imkansıza yakın bir olasılık. Biri illaki daha tutkulu sevecek ve bu genellikle karşı tarafı boğar. Fiziksel değil, gene yanlış anlamayın, seven boğulur zaten, o da sevda denizinde. Biri vaktinde ‘Dünyevi aşkı tatmadan tanrısalı anlayamazsınız’ demişti. ZIRVA. Çünkü dünyevi aşkı tatmayan biri ancak böyle bir safsatayla kendini oyalayabilir.

Siz yine de sevin dostlarım, belki seven gelir, belki gelmez, siz sevin ama.

Arda Ertuğ